Ortadoğu’da Dini Azınlıklarla İlgili Disiplinlerarası Araştırmalar Hakkında Metodolojik Notlar(1) M. Reza Fariborz HAMZEH’EE
Son yıllarda geleneksel Oryantalizm’in yaygin bir eleştirisi farklı çevrelerce yapılmiştır. Kendilerini hiç bir zaman Oryantalizmin geleneksel yaklaşımlarıyla özdeş tutmamış birçok araştırmacı bile, bu konuda düşüncelerini revize etmiş ve bakışaçılarını değiştirmiştir. Fakat bu rahatlıkla üstesinden gelinecek bir iş değildir; çünkü şimdiye kadar Oryantalizmin genel kabul gören bir izahı yapılmamıştır. Geçmiş dönemlerde Oryantalizm, tarih ve dil çalışmalarinin yürütüldüğü bir alan olarak belirmekteydi. Konuyla ilgili araştırımacılar tarihçi veya dil bilimci olarak nitelendirildiklerinden, Oryantalizm kendisini meşru kılacak bağımsız bir kimliğe sahip değildi.
Son dönemde bu eksikliği gidermek için yapılan bazı girişimlerle Doğu toplumlarının tüm yönleri genel bir terim olarak Oryantalizm altında işlenmiştir. Bu çaba, Oryantalizmi otomatik olarak, tarih ve dil bilimi ile sınırlı olma-
M. Reza Fariborz HAMZEH’EE
1) ‘Methodological Notes on Interdisciplinary Research on Near Eastern Religious Minorities’ (bkz. Syncretistic Religious Communities in the near East, ed. Krisztina Kehl-Bodrogi/ Barbara Kellner-Heinkele/ Anke Otter-Beaujean, Leiden, 1997) adlı makalenin Ingilizce’den çevirisi Erdal Gezik tarafından yapılmıştır. Sayın Hamzeh’ee’nin bundan onbeş yıl önce Ehl-i Haklar ve genel çalışmalarından çıkarak kaleme aldığı ve Ortadoğu’da azınlık dinsel gruplar hakkında yapılan araştırmalardaki kimi metodik sorunları içeren bu makale halen geçerliliğini koruduğu için yayınlanma ihtiyacı duyulmuştur. Yazarin ele aldığı sorunlar Türkiye’deki Alevi çalışmaları için de geçerli olduğunu okur fark etmekte geçikmeyecektir. Sayın Hamzeh’ee’ye makalesini yayınlayabilmemiz için verdiği izinden dolayı teşekkür borçluyuz.
2) Harsin (Iran) doğumlu Hamzehe’ee ekonomi eğitimini Hindistan’da; din sosyolojisi alanında doktorasını ise Almanya’da tamamladı. Yaresan inancı ve toplumu hakkındaki ünlü çalışması 2009 yılında Türkçe’ye çevirildi: Yaresan (Ehl-i Hak), Bir Kürt cemaati üzerine sosyolojik tarihsel ve dini-tarihsel bir inceleme, Avesta Yayınlari, İstanbul.
Ortadoğu’da Dini Azınlıklarla İlgili
yan, disiplinlerarası bir konu yapmaktadır. Bu da disiplini, uzmanlaşmanın ciddi sorunlar içerebileceği bilincinde olan fakat disiplinlerarası metodları uygulama olanakları olmayan araştırmacıların çabalarından bir adım daha öteye götürmektedir. Berlin’de 14-17 Nisan 1995 tarihlerinde ‘Geçmişte ve Günümüzde Türkiye’de Alevilik ve Orta Doğu’da Karşılaştırılabilir Senkretik Dinsel Topluluklar’ başlığı altında düzenlenen sempozyum bu yönde başarılı bir girişimdi. Sempozyumun merkezine alınan önemli sorular, o zamana kadar araştırmacıların tartışmalarinda yer edinmemişti. Bunları makalenin ileriki bölümlerinde işleyeceğim. Bu sempozyum aynı zamanda disiplinlerarası araştırmalar konusunda da sorunlara ışık tutmuş; bu da beni hazırlamış olduğum makaleyi gözden geçirmeye teşvik etmiştir.
Disiplinlerarası araştırmanın sınırları olduğu; konu ve disiplinlere bağlı olarak zorluklar içerdiği aşikardır. Konumuz Ortadoğu’da dinsel topluluklar olduğu için, makeleyi, bizzat bu alanda karşılaştığım disiplinlerarası sorularla sınırlı tutacağım. Her ne kadar burada işleyeceğim sorunlar birçok alanda geçerli olsa da, bu konularda alan çalışması yapan kişilerce işlenilmediğinden tartışılması gerekmektedir. Bu makalenin Ortadoğu’da dinsel azınlıklar konusunda araştırmalarla ilgili metodolojik bir tartışma başlatmanin ötesinde bir hedefi yoktur. Burada işlenecek metodolojik sorunlar bizim çalışma alanımızda genel olarak bilin.
diğinden hepsini burada tek tek sıralamaya gerek olmayacaktır. Ben notlarımi kendi çalışmalarım ve bu çalışmalardan alıntı yapan yazarlarla sınırlı tutacağım. Bu yazarların eleştirel ve objektif bir tartışmaya -klasik bilim ruhuna sadik kalarak- değer vereceklerinden eminim.
dinsel azınlıklar ve disiplinlerarası araştırma
Bamberg’de 1992 yılında İran araştırmaları hakkında yapılan bir kongrede ilk kez farklı disiplinlerden gelen araştırmacılar arasında iletişim eksikliğinin farkına vardım. Sorunun ciddiyetini görmem daha sonra oldu. Yaresan veya İran’daki Ehl-i Haq topluluğu ile ilgili makalelerime gelen tepkiler, ciddi bir iletişim sorununun olduğu kanaatimi tasdik etti. En azından ben, çalışmalarımın anlaşılması konusunda engellerin olduğunu hissettim. Titizlik ve yeteneklerine saygı duyduğum araştırmacılar tarafından yanlış anlaşılmış olmanın nedenlerine ilk etapta anlam veremedim. Konu hakkında daha fazla yoğunlaşma sonrası şu sonucu çıkarttım: varolan engellere rağmen, iletişim sorununu aşmak için şimidiye kadar metodolojik bir tartışma yapılmamıştı.
perspektiflerin farklılığı
Disiplinlerarası araştırmanın sorunlarından birisi, farklı bilimsel geçmişi olan araştırmacıların perspektiflerinde olan genel ayrışımdır. Buna örnek olabilecek bir durum yukarıda anılan Berlin sempozyumu sırasında ortaya çıktı; burada Oryantalist tarihçilerin spesifik olgulara yönelik eğilimleri ile sosyologların genelleştirme eğilimleri arasındaki zıtlığı tespit etmek zor değildi.
Son dönemler Yaresan inancı hakkinda yapılan çalışmalarda bu eğilimlere rastlamak mümkün. Van Bruinessen ve sonradan Mir-Hosseini makalelerinde bu topluluğu oluşturan değişik Khândân gruplarının arasında dinsel fikirlerde görülen farklılıkları, kendilerine göre, gözardı eden araştırmacıları açıkca eleştirmektedirler. Her ikisi de bu durumun yalnızca eski çalışmalarda değil günümüzde de geçerli olduğunu iddia etmekte; ve kendi çalışmalarının bu açıdan ayrıcalıklı olduğunu belirtmektedirler.
Bu iddialara katılmiyorum: bu tür gruplar hakkında araştırma yapan Şark tarihçilerinin büyük bölümünün öznel durumlara eğilimli olmaları yanisıra, bu grubu oluşturan topluluklar arasında farklılıklar olduğunun bilincinde olduklarını da rahatlıkla görebiliriz. Bu topluluğun dini hakkında sınirli biligisi olan ilk araştırmacılarda bile, spesifik konulara ve grup içi farklıliklara odaklanma eğilimleri tespit edilebilmektedir.
Aslında benim ilgimi çekende konuyla ilgilenmiş kişilerde spesifik olguların öne çıkarılması ve Oryantalistelerin dini gruplar hakkında yazmaya başladıklarından itibaren bu tür sosyal fenomenlerde varolan genel prensiplerin tamamen gözardı edilmesidir. Bir grup içinde farklılıkların varoluşu yalnızca ilgilendiğimiz topluluğa ait bir özellik değildir. Tam aksine bu durum tüm dinlerde genel bir özelliktir ve bunun araştırmacılar tarafından bilinmemesi düşünülemez. Buna rağmen, onların derlediği veriler, bilimsel metod ve yaklaşımlarla ele alınmaları halinde, araştırmalar için kullanılabilir olmaktadır.
Ne olursa olsun, Khândânlar arasındaki farklılıklardan çıkarak ortak bir dini sistemin olmadığı ve her Khândânın kendi başına bir din olduğu sonucuna varmak mantıklı değil. Etnikçilik ve etnik grup hakkında varolan etnolojik teorileri esas alırsak belki bunun bir yere kadar geçerli olduğu iddia edilebilir. Din bilimi açısından bakılırsa bu kesinlike geçerli olmamakta; çünkü, grup içi farklılıklar tüm dinler içinde varolan bir durumdur. Hinduizm bunun için yerinde bir örnek: bu dinin bir köy içerisinde bile birden fazla biçimleri olabilmektedir. Bu eğilim, monoteist dinlerle karşılaştırıldığında, politeist dinlerde daha fazla öne çıkabiliyor. Fakat monoteist dinlerde bile şimdiye kadar farklı mezhepleri (nötr olarak kullanıyorum) olmayan bir dinle karşılaşmadım. Burada özellikle politeist dinlerde farklılaşmayı etkileyen faktörler hakkında dinbilimi tartışmalarına girmeyeceğim. Yalnızca şunu vurgulamak isterim: Yaresan inancının ilkeleri bu dini politeist dinler grubuna dahil etmektedir. Buna rağmen, nasıl ki Hinduizm tek bir din olarak görülüyorsa, Yaresan da tek bir din olarak görülmelidir.
Din bilimi açısından bakıldığında, bir din takip ettiği sistem aracılığıyla tanımlanmaktadır. Bir dinsel sistem içerisinde dinler ve bir din içerisinde farklı mezhepler bulunmaktadır. Tıpkı bir dilin içerisinde yabancı kelimelerin oluşu, o dilin doğasını değiştirmediği gibi; çünkü iki dil grubunu değiştiren şey dilin gramer yapısıdır.
Ortadoğu’da Dini Azınlıklarla İlgili Disiplinlerarası Araştırmalar Hakkında
Yaresan inancı ile ilgilendiğim ilk dönemler edindiğim imaj, tüm yazarların öncelikle bu dindeki farklılıklar üzerine durmalarıydı. Bu çalışmalar temelde bilgi toplamaya yönelik yapılmıştı; bunlardan hiçbirisi bilimsel metodlar ve teorileri veya sosyal bilimlerde varolan yaklaşımları kullanarak topluluğun bilimsel bir etüdünü yapmamıştı.
Bilgi toplamak, kişisel fikirler eklemek ve bunları yayınlamak başlı başına işe yarayabilir ve bilimsel çalışmalar için veri oluşturabilir; fakat bunun ötesine de gidemez. Bu yüzden ben, Yaresan’ın dinsel yapısı, sistemi ve sosyal organizasyonunu yeniden tanımlamak için, Weber’in oluşturduğu ideal model yaklaşımını kullandım. Bu yönteme göre, ideal bir model, tıpkı Almanca’daki Begriff (anlam) kavramı gibi, gerçekte varolmanın ötesinde bir şeydir. Ve her zaman değişen koşullara göre, bir parçasını ve öneminini yitirdiği veya gözden geçirildiği durumunu yaşayabilir. Tipkı dillerde olduğu gibi: kelimeler yer değişitirebilir ya da anlam farklılaşmasıyla karşılaşabiliriz, fakat gramer veya dinsel sistemde değişiklik az rastlanan bir durumdur.
Mir-Hosseini bu durumun izahı için iyi bir örnek oluşturmaktadır. O, Yaresan’a mensup iki Khândân arasındaki farklılıkların detaylı bir izahını yaptıktan sonra, dinsel sistemde bir değişikliğin olmadığı sonucuna varmaktadır. Yazar, bunu yalnızca farklı kelimelerle ifade etmektedir:
‘llahi tezahür hakkında Guran ve Sahneh örneklerinde varolan farklılıklar, bu iki Ehl-i Haq kümesinin ‘dış’ tarihi ile ilişkilidir. Buna karşın, içsel gerçek düzeyinde her iki örnek ortak özelliklere sahiptir. Her ikisinde Ehl-i Haq kozmolojisinin temel anlayışına uygun olarak birbirleriyle sıkı ilişkili iki ayrı dünya anlayışını yansıtan iki dünyanın kavramsal ayrımıyla karşılaşmaktayız. Birbirini takip eden llahi Varlığın tezahürlerinin bu iki dünyayı bir araya getirmeden ikisi arasında nasıl köprü oluşturduklarını gördük. Ehl-i Haq inancının bir başka baş temasında, ruhun dönüşümü (d?n?d?ni), bu daha açıkca geçerlidir. Buna göre, insan yaşamı ruhun bu dünyadan öteki dünyaya yolculuğunun sürekliliğinden başka bir şey değildir. Bu yolculukların her birisinde, ruh, yeni bir giysi (d?n) örtünürek, başka bir bedende tezahür etmektedir.
Yaresan’ın bir başka dinsel kaidesi, İlahi Varlığın yeryüzünde zuhuru, farklı dış görünürlere sahip olmasına karşın bir dini sistemin nasıl aynı kaldığını göstermektedir. İlahi Varlık Sultan Sohak bedeninde zuhur ettikten sonra, her Khândân’ın kendi zuhur silsilesi oluşur. Önemli olan hepsinin aynı sistemi takip etmesidir. Burada onlar tarafından kullanılan isimlerde grubun etnisitesine dair izler görebilirken, dini doğmaların değişmediğine tanıklık etmekteyiz. Grubun üyeleri için de önemli olan isimler olmadığından Eflatun’dan Sultan Mahmut’a kadar geniş bir arenaya ait isimlerle (herhalde bunların kendileri de hiç bir zaman bu tür gruplar tarafından anılacaklarını düşünemezlerdi) karşılaşmaktayız. İşin doğrusu Yaresan dinsel ‘sistemi’, kendilerininde belirttiği gibi, batini dünyalarının bir parçasıdır. Ivanow gibi ilk dönem yazarların küçümseyici analizlerinin aksine Yaresan inancı sofistike bir felsefik dinsel sisteme sahiptir. Taraftarlarının klasik eğitim almış olup olmamaları dinin bu felsefik doğasını etkilememiştir. En ilginç görüşler sözlü geleneklerle aktarılmaktadır. Klasik eğitim sahibi olmak sanatsal ve felse fik yaratılıcılık sonucunu doğurmaz.
farklı metodların uygulaması
Disiplinlerarası araştırmada farkh disiplinlerde kullanınan yöntemler dışlanmaz. Ben, tüm bilimsel girişimlerde holistik bir yaklaşımın savunucusuyum. Fakat bu tek bir araştırmacı tarafindan yapıldığında da, sınırlarının olabileceğinin bilincindeyim. Buna rağmen, tek düzeli bir bakış açısının kurbanı olmak istenmiyorsa, birbirine yakin alanlardaki tüm biligiler en azından dikkate alınmalıdır. Orneğin, Alevi, Ezidi ve Yaresan inançları hakkında çalışan bir kişi, bu bölgedeki diğer dinler hakkında yapılmış çalışmalardan haberdar olmak zorundadır. Kimi araştırmacılar, bazı resmi politik ideolojilerin etkisiyle, Orta Asya’daki dinsel düşünceleri araştırmışlardır. Bunun katkısı muhakkak olabilir; fakat bu maalesef bir çok din akımlarının doğum yeri olan antik Ortadoğu’yu göz ardı ederek yapılmıştır. Orta Asya’nın göçebe kavimlerinin gelişi öncesi bölge tarihinde günümüzde varolan dinsel azınlıklann inançlarına yakın o kadar çok referans var ki, sufilerin dediği gibi: su testisi doluysa, başka bir yerde su aramanıza gerek yok.
Vurgulanması gereken diğer bir husus ise değişik bilim kökenli araştırmacıların kullandıklan farklı metodlarla ilgilidir. Şark’ın tarihçileri bazi metod, yaklaşım ve teorilerin -hatta tarih biliminde genel kabul görenler de dahil- kullanımı konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Bu şüphecilik belki birçok teorinin yanlış olduğunun kanıtlanmasından kaynaklanmaktadır. Elbette bir kişinin bu metodları ve teorileri kullanıp- kullanmaması kişisel bir seçimdir. Buna rağmen başkaları tarafından kullanınan bu araçlara tanidik olmak gerekiyor; çünkü, uygulanan yöntem konu, analiz ve yorumu etkilemektedir. Bu şu demek oluyor: diğer disiplinlerdeki araştırmacıları ancak onların dilini bildiğiniz zaman anlayabilirsiniz.
Her ne kadar birçok farklı örnek bulmak mümkünse de yeniden kendi çalışmalarımdan örnek vereceğim. Van Bruinessen’in Yaresan Khândânlarının hepsinden gelişigüzel bilgi toplamı olarak nitelendirdiği şey, sosyolojide genel kabul gören, ideal model yaratma yöntemidir. Aynı yöntemi ben çingeneler hakkında yaptığım araştırmada, onların ekonomik faaliyetlerinin modelini oluşturmak için kullandım; her ne kadar sıraladığım ekonomik faaliyetlerin tümünü gerçekleştiren bir tek Çingene grubu bulmak mümkün olmasada. Ayni şekilde, ideal model için sıralanan ritüellerin tümünü uygulayan belki bir Yaresan Khândânını bulmak da mümkün değildir.
Farklı metod kullanımı Doğu’lu tarihçiler ve sosyologlar arasında iletişim sorununu etkileyen faktörlerden
birisi; çünkü sosyologların en önemli özelliklerinden birisi hipotez ve teori oluşturmaktır. Sosyoloji, sosyal fenomenlerde kurallar, süreklilik veya ‘Gesetzmäßigkeit’ bulmak için araştırma yapar. Tıpkı doğa bilimleri gibi, bunu gereksiz bir spekülasyon olarak değerlendirmez. Doğa bilimleriyle karşılaştırısak sosyal bilimlerin görevi zordur; çünkü istisna durumlarla karşılaşma orantısı daha yüksektir. Fakat onlar istisnaları bir kural olarak kabul ederler. Bu yüzden sosyal fenomenleri tanimlayan ilkeler ve istisnaları kaideleştiren kurallara ilgi göstermektedirler.
Her ne kadar birçok teorinin yanlışlığı ispatlanmış olsa da, doğru oldukları kanıtlanmış olanlar da vardır. Burada okuyucuya sosyoloji ve tarih biliminin kurucusu İbn Haldun’un öne sürdüklerini hatırlatmam gerekiyor.
Çağdaş Oryantal tarihçilerinin kendi metodları vardır ve kullandıkları dilin kaynağı kesinlikle klasik Oryantalistçilerdir. Bunlar da, ötekiler gibi, eksikler ve artılara sahiptirler. En önemli artıları, bilinçli ve eleştirisel kullanıldığı takdirde, disiplinlerarası olmalarıdır.
terminoloji
Ortadoğu’daki dini topluluklarla ilgili disiplinlerarası araştırmalardaki en acil sorun kullanılacak terminolojidir. Bununda sosyal ve bilimsel olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Bahsi geçen gruplar hakkında kullanılan ‘aşırı’, ‘senkretik’ ve tarikat’ gibi kavramlar sorunludur. Elwert’in tanımladığı gibi, bu tür terminolojinin kullanımı patlamamış bir el bombasını ortalıkta bırakmak gibi bir şey; isteyen her kes tarafından istenilen hedef için kullanılabilir.
Bilimsel olarak, terminoloji ile ilgili sorunlar, Ortadoğu’daki dinsel azınlıkların inançlarının doğası hakkında belirsizliğin bir yansımasıdır. Fakat bizim alanımızda terminoloji ile ilgili sorun, kavramların şüpheli kullanımından ötedir. Bu topluluklar hakkında yapilan çalışmaların çoğunda gerçektende kafa karıştırıcı bir durum sözkonusudur. Bazen aynı sayfada aynı grup için farklı terimler kullanılmaktadır. Herhalde yazarlar bunun bir kült, tarikat, din veya başka bir şey olup olmadığına dair bilgileri yok. Bazen bu dinsel azınlıklar için ‘modern tarikat’ nitelemesi yapılır ki, bu günümüz Batı dünyasında karşılaşılan Amerikalı Moon tarikatı veya benzeri grupları çağrıştırmaktadır.
Çünkü ‘tarikat’ kavramı gazeteciler ve sözde ‘uzmanlar’ tarafından en fazla manipüle edilen kavramlardan birisidir. Bu yüzden benim Yaresan dinini ‘Zerdüşti bir tarikat’ olarak nitelendirdiğimi bir makaledels okuduğum zaman şaşırdım. Yazarın ‘Zerdüşti’ veya ‘tarikat’ ile ne kast ettiği tam anlaşılmıyor. Çalışmamda Yaresan doğmaları ile Zerdüşti inançları arasında birçok benzerlikler olduğunu belirtmiş olmama rağmen, Yaresan inancının, tıpkı Zerdüştlük gibi, Mazdakçı dinsel sistemden türemiş bağımsız bir gelişme olduğu sonucuna varmıştım. Zerdüştlük bağlantısını kurup karşılaştırma yapmamın tek nedeni, Mazdaizmin aksine Zerdüştlük hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızdı.
Daha açık ifade edecek olursak: Mazdaizm ile ben Zerdüştlük öncesi özellikle Bati Iran’da, Zerdüşt reformu ve bunun Pers yönetici aileleri tarafından kabülü sonrası bile etkili olan, dinsel sistemi kastetmekteydim. Belirttiğim gibi, Mazdaizm hakkında bilgilerimiz sınırlı; fakat bu halen Kürdistan’da yaşayan kimi dini düşüncelerin Mazdaizm’den kalma olduğu fikrini gözardı etmemimize neden olmamah -ki bu düşünceler bir reformu ifade eden Zerdüştlükte terkedilmişti. Mazdaizm hakkında sınırlı kaynak sorunu, Kürt bölgelerinde yaşayan dinlerden çıkarak geliştirilecek yöntemlerle aşılabileceği önerisini yapmış
tim.
Ortadoğu’daki dinsel azınlıklar hakkındaki çalışmalarımızın bu aşamasında, çalışmalarımızda kullandığımiz kavramları tanımlak zorundayız. Genel kabül gören terminoloji henüz varolmadıkça, farklı disiplinlerden gelen araştırmacılar arası yanlış anlaşılmaların önüne böylelikle geçilebilir. “Tarikat”gibi bir terim kullanıldığında, okur, yazarın bununla ne kastettiğini bilmek istemektedir. Ben ‘tarikat’ kavramını belirli bir dinin kolunu nitelemek için kullanıyorum.
Ortadoğu’daki azınlık dinsel grupların, tıpkı Aleviler de olduğu gibi, kendilerini İslami bir tarikat olarak tanıtmalarında stratejik çıkarları bulunmaktadır. Fakat onların dinsel sistemlerinin İslamla ortak yanları olmadığını gösteren epey bir neden mevcuttur. Birçok açıdan Hristiyanlığın İslamla, bu azınlık dinlerden daha fazla ortak yanları var. Burada bir ikilemle karşı karşıyayız: dinlerini stratejik nedenlerden ötürü kendilerini tarikat olarak nitelemelerini mi, -her ne kadar bu yöndeki yazılarımız grubun üyeleri için bir şekliyle kırıcı olsa dayoksa kendi bilimsel etik yaklaşımımızi mi(?) esas alacağız. Gerçekten zor
bir karar: herhalde en basit yol bu tür izahlarla incinen gruplar hakkında yazmamak olacak. Sosyolojide bir araştırmayı yürütmenin özü metodun bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Bence bu, doğa veya sosyal bilimler olması fark etmeksizin, tüm diğer disiplinlerde gözlenmesi gereken bir husus olmalıdır. Benim görüşüme göre bilim, sırf kendisi için var olamaz.
bir Ortadoğu azınlık dininin tanımı
Önceki sayfalarda Ortadoğu’nun değişik bölgelerinde varolan azınlık dinlerin doğası hakkında araştırmacilar arasında kargaşanın yaşandığını belirtmiştim. Bu kargaşayı gidermek için atılacak ilk adım, dinin genel doğasını tanımlama çabası olmaktadır. Her şeyden önce bu yönde yeterli bilginin olup olmadığını tespit etmemiz gerekmektedir. Bana göre ana gruplar için bu bilgi mevcuttur. Bu dinlerin dinsel doğasını tanımlamak için, bana göre en etkili yöntem onların dinsel sistemini Weber’in ideal modeliyle yeniden yapılandırmaktır. Bu yöntemle,Yaresan’ın Mazdaist dinsel sistemlerin devamcısı olduğunu göstermeye çalıştım.
Veriler diğer grupların da aynı sistemi takip ettikleri yönünde. Mazdaizmin temel özelliklerinden biri melekler kültü sistemidir. Bu düşünce Zerdüştlük inancında da devam etmekte ve konumuz dahilindeki diğer gruplarda da görülebilmektedir. Aynı şey dualizm konusunda da söylenebilir; her ne kadar bu özellik çağdaş bazı gruplarda önemini yitirmiş olsa da. Mazdaizmin bir başka önemli özelliği de ilahi Varlığın yeryüzünde zuhur etmesi inancıdır. Bu Zerdüştlük’te hemen hemen yok olmuştur, fakat Ortadoğu’daki azınlık dinlerde en önemli doğma olarak etkisini hala sürdürmektedir. Konumuza dahil dinsel azınlikların inanç sisteminde Mazdaizme ait bulunan üçüncü bir doğma ise, ruhun yeniden zuhuru ile ilgili inançtır.
Diğer prensipler de olduğu gibi, bu sonuncusu hakkında da henüz kesin bir saptama yapabilecek pozisyonda değiliz. Ruhun dönüşümü fikri bu grupları kimi Sufizm akımlarıyla da ilişkilendirmektedir. Bu, Zerdüştlük’te bu kadar açık bir şekilde yok. Hindistan’da yaşayan birçok Parsiler (Zerdüştiler, ç.n.) bu doğmaya inansalar da, genel kanaat bunun Hinduizm’den alındığı yönündedir. Buna rağmen Parsiler arasında uzun dönemdir ruh dönüşümü inancının eski Zerdüştlük’te olup olmadığına dair tartışma yürütülmektedir. Ne olursa olsun bu düşüncenin Parsiler tarafından rahat kabul edilmiş olması, ruh dönüşümü fikrinin Mazdaist dinsel sistemle uyumlu olduğunu göstermektedir.
Bu sonucu destekleyen başka kanıtlar da bulunmaktadır. Iran sosyal hareketleri üzerine yaptığım tipolojik araştırmamda, erken İslam döneminde görülen hareketlerin temel özelliklerinden birisi ruh dönüşümü inancı olduğu sonucuna varmıştım. Böyle bir düşünce önceden varolmuş olmasaydı, en azından Sassani döneminde, İran dünyasında birçok grup arasında bu kadar hızlı yayılmazdı. Edward Browne’ ya göre, reenkarnasyon inancı İran toplumuna özgü bir şey. Maniciler hakkında elimizde olan birçok belgede ruh dönüşümü fikrinin onların inanç sistemlerinin bir parçası olduğunu göstermektedir. Varolan kanıtlara dayanarak Wesendonk da reenkernasyon düşüncesinin Mazdaizm’de varolduğu ve Sassani dönemine kadar devam ettiğini düşünmektedir.
Burada vurgulanması gereken bir başka önemli nokta ise İlahi Varlığın dünyada zuhur etttiği fikrinin (far-e izadi) de reenkernasyon inancinin var olduğuna dair kanıtlardan birisi olduğudur. Hangisinin ilk oluştuğu sorusuna cevap veremez durumda olsak da, her iki düşünce birbirleriyle o kadar ilişkili ki, birisinin ötekini etkilediği ve biçim verdiği ihtimali dışlanamaz. Buna ek olarak Mazdaizm’in erken dönemde Hinduizm’e de yakın olduğunu ve bu yüzden Hinduizm’in temel doğması olan reenkernasyon fikrine yabancı olmadığı varsayılabilir. Ruh dönüşümü fikri o kadar temel bir düşünce ki, bu, muhtemelen monoteist dinler etkili olmadan önce birçok eski dinde bulunmakta idi.
bilimsel din araştırmalarında sözlü edebiyat
Sözlü gelenekler hak ettikleri ilgiyi sosyal bilimcilerden almadılar. Maalesef bu konuda en fazla gözardı edilmiş alanlardan biri Ortadoğu’dur. Stith Thompson, 1961 yılında Antti Aarne’sin halk masalları hakkındaki kitabina yazdığı önsözde, İran halk edebiyatının ‘hemen hemen tamamen keşfedilmemiş olduğunu belirtir. Bugün, 35 yıl sonra bile bu tespit geçerliliğini korumaktadır.
Bu eksiklik, sözlü edebiyat ile çalışmanın yazılı metinlerle çalışmaktan daha zor olmasından kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’daki sosyal ve politik çalkantılar kitap ve kayıtların önemli bir bölümünün kaybolmasına neden olmuştur. Daha da ötesi, her ne kadar bu bölge çok uzun bir tarih yazım geleneğine sahip olsa da, birçok fenomen, düşünce vs hiç bir zaman yazılmamıştır. Örneğin, Raşid ol-Din’in dünya tarihi kitabı kendi türünde tamamlanan ilk eserlerdendi. Fakat tüm tarih kitaplarının da resmi yöneticiler gözetiminde yazıldığı ve onların istediği gibi şekillendiği bilinen bir gerçektir.
Her ne kadar eleştirisel modern tarihçiler gerçeğe yakınlaşmak için yoğun çaba sarf etseler de, bu manipüle edilmiş raporların çoğu politik olaylar, özellikle de savaş ve istilalara ayrılmışlardır. Sosyal tarihçiler için bu kaynaklarda hayatın diğer yanları, çoğunluğun günlük yaşamı ve öteki sosyal olaylara dair bilgiler bulmak zordur. Şüphe yok ki, birçok önemli olay, sosyal, sanatsal, dinsel ve politik olan bile hiç bir zaman kayda geçmemiştir. Fakat yine şüphe yok ki, bu olayların bir bölümü insanların sözlü geleneğinde iz bırakmış ve bu da değerli bir kaynak olarak kullanıma açık hale gelmiştir. Ortadoğu’daki azınlık dinler için sözlü gelenekler en önemli kaynaktır; çünkü bu dinlerin temel bilgisi buna dayanmaktadır.
Ortadoğu’da Dini Azınlıklarla İlgili
Son on yılda bu toplulukların üyeleri inançlarının kimi yönleri hakkında yazmaya başladılar ve bu yazılar yabancı araştırmacılar için kaynak oldu. Başlangıçta materyal o kadar azdı ki, eleştirisel bir bakışla onları kullanmak mümkün değildi. Fakat şimdi daha titiz ve eleştirisel bakacak pozisyondayız. Dikkate alınması gereken ilk konu, bu eserlerin gerçeğin tümünü kapsamadığıdır; çünkü yazıldıkları andan itibaren en önemli özelliklerini kaybetmektedirler. Sözlü gelenekleri kayıt edenler genelde dinsel topluluğun üyeleridirler.
Eğer aktarılan kısmen saklı kalması gerekiyorsa, onlar politik, sosyal ve dinsel faktörlerden ötürü yazdıklarına müdahale etmek zorunda kalmaktadırlar. Her şeyden önce onlar yazdıklarının bunları toplumlarına karşı kullanacak kişilerin eline geçebileceğinin bilincindedirler. Bu yüzden Nur ‘Ali Elahi gibi kendi dinsel inancini toplumda egemen olan dininin güdümüne koymak isteyenler diğerlerinden daha öne çıkmaktalar. Bu tür kaynakları kullandığımızda yanılmamak için birçok faktörü hesaba katmamız gerekmektedir.
Yakın bir zaman önce kimi araştırmacılar Ortadoğu’daki dini azınlıklar hakkında yapılan araştırmalarda sözlü geleneğin önemini fark ettiler. Birkaç yıl önce, Philip Kreyenbroek’un çabalarıyla Londra’da İran sözlü araştırmaları için bir klüp kuruldu. Martin van Bruinessen gibi kişiler bu tür kaynakları kullandı ve çalışmalarını bu uzantıda topladıkları bilgilere dayandırdılar. Bu yöntemin olumlu yani orjinal verziyona daha yakın olmasıdır, ama eksik yanlarının olduğu da unutulmamalıdır.
Objektif araştırmacılar tarafından toplanmış bilgiler gruba üye kişiler tarafından yapılmış kayıtlardan bir derece daha düzenli olsa da, tamamen manipüle edilmiş olmaktan uzak değildirler. Araştırmacı dışardan birisi olduğu sürece, onun enformantlarının verdiği bilgiler içerden olan kişilerin bilgileriyle tam olarak uyuşmayabilir. Aynı matıksal nedenlerden ötürü, ben başka bir çalışmamda her konunun her araştırmacı tarafından işlenemeyeceğini öne sürmüştüm. Sosyal araştırmalarda araştırmacının biyografisi metodolojinin bir parçası olarak görülebilir; bu yalnızca gruba dahil ya da yarı-dahil olma olanağı yarattığından değil, aynı zamanda bize izah edilen fenomeni anlama olanağı sunacaktir.
Bilimsel objektivite büyük çapta bir mitdir. Uzun yıllar Hindistan ve Almanya’da otokton nüfus gibi veya çoğu zaman onlara çok yakın ilişkide yaşadim. Buna rağmen, otoktanlar gibi olabileceğimi iddia edemem. ‘Postendüstriyel toplumlarda bireyselleşmel çalışmamda Avrupa’da uzun süre yaşamış olmamdan dolayı kimi süreçleri izleme olanağım olmuştu. Bu onbeş yıl önce ilk kez bu toplumla tanıştığımda kesinlikle mümkün değildi. Geleneksel bir toplumda büyüdüğümden, post-endüstriyel toplumda bireyselliği yalnızca dışardan birisi olarak inceleyebilirdim.
Her ne kadar yalnızca’ ibaresini kullanıyorsam da, dışardan izleyen birisi olarak aynı zamanda içerden birisinin göremediğini de algılıyabileceğimin farkındayım. Yerli ve yabancı olan kişilerin sınırında durmaktaydım, yani her iki tarafın yalnızıca bir parçasını anlayabiliyordum. Bu yüzden başka bir toplumda bir dönem yaşadıktan sonra o toplum hakkında farklı fenomenler hakkında mutlak gerçekleri keşfettiklerinden emin olan araştırmacılara hep şaşırmaktayım. Ne olursa olsun, bir gözlemcinin izlenimleri yalnızca gerçeğin bir yanına dokunabilir.
Bu seviyeye bile erişmek için epey bir kişisel birikim ve yatırım yapılmalı. Zagros dağlarında bir köyde az bir dil bilgisiyle geçirilecek birkaç gün veya hafta bize yerli kişilerin manipüle edilmiş yazılarından daha fazla bilgi vermez. Ben ikinci grubun yazımlarını eleştrisel ve topluluk hakkında bilgi birikimi olan bir araştırmacı tarafından elden geçirildiğinde daha fazla bilgi sunabileceği inancındayım:
başka bir ifadeyle kastettiğim iyi bir ‘dahil olmayan gözlemci’ kişi. Dışardan birisi olmak bazen, belirli şartlar altında ve bilinçli yaklaşıldığında, avantajlar da sağlayabilir. Hindistan’da Farsi konuşan Çingeneler hakkında yaptığım çalışmamda benim için bu durum geçerliydi; çalışma boyunca dışardan ve içerden bir ‘dahil olmayan gözlemci’ olarak metodolojik avantaj yöntemini kullanarak bilgiler topladim.
Sözlü geleneklerin kullanımı kaçınilmazdır. Bu yalnızca dinsel azınlıklar açısından değil, aynı zamanda bölgedeki öteki dini düşünceler ve hareketler hakkında araştırmalar için de geçerlidir. Önceki çalışmamda bunu Mazdaizm ve Sufizm özelinde işledim. Sözlü derlemeleri kullanmak sorunlu olduğu kadar önemlidir de. Bu yüzden, sözlü bilgileri toplamak ve yorumlamak metodu belki araştırmayı başlatmadan önce ele alınması gereken bir adımdır.
Burada sözlü geleneğin önemli bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önceki sayfalarda belirttiğim gibi, sözlü bir gelenek yazıldığı andan itibaren orjinal şekliyle tam uyum taşimaz. Azınlıkların dinsel yazımları söz konusu olduğunda, toplumun sıkı bir kontrole tabi tutulduğu dikkate alınmalıdır. Sözlü şekliyle bile dışa yansıtıldığında bilginin her zaman manipüle edildiği unutulmamalıdır. Fakat bu iki zayıflatıcı etken aşılsa bile, yazılmış bir edebiyat yazılmamış olandan her zaman farklıdır.
Bu konuda tanınmış bir Rus Oryantalistin yazılarında ilginç bir noktaya rastladım. Makalelerinin birinde Horasan halk hikayelerini derlediği bir süreçte yaşadığı kızgınlığını saklamamaktadır. Yazar, aynı anlatıcının bir hikayeyi farklı verziyonlarla aktardiğına tanık olmaktadır. (Bana göre bu araştırmacı araştırma konusu olarak seçtiği topluluğun yaşamı hakkında tam olarak bir kavrayış geliştirememiş).
Bu kızgın Rus karşısında hikayeyi anlatan kişinin içinde olduğu zor konumu tahmin edebiliriz: elinde kağıt ve kalemiyle yavaş yavaş anlatmasını ve gerektiği zaman tekrarlamasını telkin eden ve hikayeci cümlelerini değiştirdiğinde kızgınlığını gizlemeyen bir araştırmacı! Bu basit göçer veya köylünün kafası bu yabancı misafirin davranışına anlam verememekten ötürü kim bilir ne kadar karışmıştır. Burada sözlü geleneğin dinamikliği karşısında, bunu statik bir yazıma çevirme girişimi arasında yaşanan gerilim açısından açık bir örnek söz konusu. Bu dinamik özellik her zaman Doğu kültürlerinde sanatsal bir dışa vurum özelliği olmuştur.
Aynısını Doğu müziğinde de görebiliriz. Burada da müzisyen belirli sınırlar içinde (makamlar) hareket etmesine karşın iki verziyonun aynı olmadığını görmekteyiz. Bu tür dinamikleri Ortadoğu’daki dinsel azınlıkların sistemlerinde de görmekteyiz. Böyle bir sistem ‘Dastgah’ veya ‘Moqam’ (Makam) gibidir; aynı olmasına karşın isimler, hikayeler ve yorumlar değişebilmektedir.
‘Masal, her zaman düzyazı şeklinde, anlatıcıya biçim ve metnin aktarilişi düzeyinde orjinalin dışına çıkma hakkı veriyor. Adeta seçim yapıyor: kendi veya onu dinleyen topluluğun arzularına göre veya kimi toplumsal gruplarla kendi ilişkileri çevresinde yeniden biçimlendiriyor: ‘
Bu yüzden sözlü dinsel hikayelerin derlenmesi ve yorumu söz konusu olduğunda onların dinamik doğası her zaman hesaba katılması gerekmektedir. aynı zamanda bu dinamizmin yalnizca sabit dinsel sistem içerisinde geçerli olduğu bilincine de sahip olunmalıdır.
sözlü geleneğin otantikliği
Bu metodik tartışmayı sözlü edebiyatın Ortadoğu’da dinsel azınlık araştırmalarında edindiği otantik konumu üzerine bir yorumla sonuçlandırmak gerekmektedir. Bir araştırmacının sözlü edebiyatın derlenmesi için bu uzun ve karmaşık süreçlerin takip edilmesinin katkısının ne olacağına dair şüpheleri olabilir. Ben dinamik sözlü dinsel geleneğin her zaman otantik olduğunu öne sürüyorum; fakat onun kullanımı araştırmanın konusu ve araştırmacının geleneği ve bağlamlarını anlama ve yorumlama becerisinde yatmaktadır
Bir başka makalemde dinsel düşüncelerin sözlü gelenek içerisinde inatçı devamlılığı üzerine örnekler vermiştim. Philip Kreyenbroek Tahranlı işadamı olan efendisinden İngilizce öğrenen bir Lori köylüsü örneğini işlemiştir. Köylü, efendisinin istemi üzerine, babası tarafından kendisine anlatılmış bir hikayeyi İngilizce kaleme almaktadır. Bu yazı tanınmış din bilimci Zaehner’in dikkatini çekiyor; çünkü hikaye Mazdaik geleneğinde aktarılan yaratılış hikayesinin kendisi çıkmaktadır. Ben de başka bir yazımda Yaresan dinine ait bir hikaye bağlamında sözlü geleneğin eşsiz değerini gösterdim: bunu bir Hindu miti ile benzeşen ve muhtemelen Mazdaik orijinli olduğu sanılan derlenmiş bir hikaye aracılığıyla yapmıştım.
Sözlü edebiyatın otantikliği hakkında kanıt sunmama gerek olmadığını saniyorum. Bu bilgilerin ne kadar hızla kaybolmakla tehdit edildiği bilincinde olursak, bu örnekler bize gelecekte ne tür, yeri doldurulamayack bilginin yokolacağı konusunda bir fikir verebilir. Bu, özellikle Ortadoğu dinleri hakkında araştırma yapan ve ilk kez disiplinlerarası araştırmaya başlamak için önhazırlık safasında olan araştırmacılar için trajik bir durumdur.
Referanslar
Browne, E. G. (1977), A literary History of Persia: from the Earliest Times until Firdwasi, Cambridge.
Van Bruinessen, M., ‘Satan’s Psalmists: some heteredox beliefs and practices among the Ahl-e Haqq of the Guran district’, yy.
Cejpek, J. (1959), ‘Die iranische Volksdichtung’, Jan Rypka, iranische Literaturgeschichte, Leipzig, 461-551.
Dechmann, M. D. (1974), Teilnahme und Beobachtung als soziologisches Basisverhalten, Stuttgart.
Girtler, R. (1984), Methoden und Bebachtung als soziologisches Basisverhalten, Stuttgart.
Hamzeh’ee, M. R. F, Die Authentizitaet der oralen Literatur zur Untursuchung der religiösen Gruppen im Nahen Osten: Am Beispiel der Yaresan (Ahl-e Haqq), yayınlacak.
— (1991), Land of Revolutions: a Typological Study of Iranian social Movements, Göttingen.
— Ethinizaet und ökonümische Taetigkeit: eine vergeleichende Untursuchung zur Geschichte und Identitaetsstruktur der Zigeunergruppen im Nahen Osten, yayınlanacak.
— (1992), ‘Structural and Organizational Analogies between Mazdaism and Sufism and the Kurdish Religions’, Recurrant Patterns in iranian religions from Mazdaism to sufism. Proceedings of the round table held in Bamberg (30the September – 4th October 1991), ed. By Philippe Gignoux, Paris, 29-35.
— (1990), The Yaresan: a Sociological, Historical and Religio-Historical Study of Kurdish Community, Berlin.
Ibn Khaldun (1958), The Muqaddimah: an Introduction to History, Engl. Transl. By Franz Rosenthal, New York.
Jackson, A.V. W. (1925), ‘The
Doctrine of Metempschosis in Manichaeism’, JAFOS, 246-268.
Jeggle, U. (1984), ‘Verstaendigungsschwierigkeiten im Feld’, Feldforschungen: Qualitative methoden in der Kulturanalyse, ed. By Utz Jeggle, Tübingen, 93-112.
Kehl-Bedrogi K. (1989), ‘Das Alevitum in der Türkei: Zur genese und gegenwaertigen lage einer Glaubensgemeinschaft’, Ethnic groups in the Republic of turkey, ed. By Peter A. Andrews, Wiesbaden,503-510.
Kreyenbroek, P. (1991), ‘Mithra and Ahreman, Binyamin and Malak Tawus: Traces of an Ancient Myth in the Cosmogonies of two Modern Sects’, Recurrant Patterns in iranian religions from Mazdaism to sufism. Proceedings of the round table held in Bamberg (30the September – 4th October 1991), ed. By Philippe Gignoux, Paris, 57-79.
Lamnek, S. (1989), Qualitative Sozialforschung, Band 2: Methoden und Techniken, München.
Leezenberg, M. (1994), The Shabak and the Kakais: dynamics of Ethnicity in Iraqi Kurdistan, Amasterdam.
Mir-Hosseini, Z. (1994), ‘Inner Truth and Outer History: The Two worlds of Ahl-i Haqqof kurdistan’ IJMES 26, 267-285.
Moosa, M. (1988), Extremist Shiites: the Ghulat Sects, Syracuse, New York.
Roux, J. P. (1969), ‘Les Fideles de Verite et les croyances religieuses Turcs’, RHR 175, 61-95.
Thompson, S. (1961), Introduction to Antti Amatus Aarne. The type of the Folktale, a Classification and Biblioghrapy, Helsinki.
Wesendonk, O. G von (1922), ‘Der Seelenwanderungsglaube’, Der Neue Orient 6, 223-230.
Zaehner, R.C. (1967), ‘Ahriman in Luristan’, J. J. Zarthosti Madressa centenary volume, Bombay, 26-36.
—(1965), ‘Zoroastrian Survival in Iranian Folklore I’, Iran III, 87-96.
Zelditch, M. (1979), ‘Teilnehmende Beobachtungen’ als komplexer quaitativer Forschungsansatz’, Qualitative Sozialforschung, ed. By Ch. Hopf – E. Weingarten, Stuttgarten, 115-13.
munzur
dersim etnografya dergisi, yıl: 12 fiyatı (kdv dahil) 5 tl, issn: 1302-4957
*m. reza fariborz hamzeh’ee; ortadoğu’da dini azınlıklarla ilgili disiplinlerarası araştırmalar hakkında
metodolojik notlar * erdal gezik; baba mansur karmaşası * hüseyin çakmak;
topografik isimlerin önemine dair bir deneme (kêmerobel örneği)
* seyfi mûxûndî: değişen ya da yok olan
alevilik * özen meral uç; eğitimde cemaatleşme
* serkan erdoğan; ertuğrul danık’ın anısınayaşamı ve çalışmalari* kenan güven’in doğu anadolu’nun sosyal,
kültürel ve iktisadi meseleleri sempozyumu’nu açış konuşması
(1985)
RAA HAQİ – RİYA HAQİ Dersim Aleviliği inanç Terimleri Sözlüğü
Hazırlayanlar: Erdal Gezik – Hüseyin Çakmak
KALAN
KALAN YAYINLARI
Çankırı Cad. Yiba Çarşısı, 45/381 Clus/ANKARA
Tel-Faks: 0.312 324 04 20 email: kalanyayinlari@mynet.com
YARESAN (EHL-İ HAK): BİR KÜRT CEMAATİ ÜZERİNE SOSYOLOJİK TARİHSEL VE DİNİ-TARİHSEL BİR İNCELEME, M. REZA HAMZEH’EE